kök'süzlük


"Yerin altında aşağıya ve yanlara doğru büyüyen, kollar oluşturarak bitkileri toprağa bağlayan ve onların, toprakta bulunan besinleri emmesine yarayan bölüm" yani kök.

"Kökü olmayan, sağlam bir dayanağı, gerçekliği bulunmayan" yani köksüz.

Google'a yazdığımda beni karşılayan ve aklımdaki soruların cevaplarını veren iki tanım; kök ve köksüz. Ama benim bu kelimelere yüklediğim anlamlar olduğundan biraz daha farklı ve size sormak, bahsetmek istediğim şey ise sizin köklerinizi hissedip hissetmediğiniz? Hiç yerin altından aşağıya ve yanlara doğru büyüyen bir kısmınız olduğunu düşündünüz mü yahut sizi beslediğine inandığınız bir toprakta yaşadığınızı?
Küçük bir tohum olduğunuzu ve bir toprağa köklerinizi bıraktığınızı; o köklerin sizin bir fidan bir ağaç bir çiçek olmanız için size ihtiyacınız olan besinleri verdiğini ya da?
Hiç bir fidan kadar umut taşıyıp taşımadığınızı ve küçücük olmanıza rağmen taşıdığınız umudun sizin gövdenizi eğmediğini ?
Peki bir ağaç olmak istediniz mi hiç,
bir çiçek,
yahut evet kök salmak istediniz mi bir toprağa ya da siz sadece bir anda fark ettiniz mi bir toprakta kök salmış olduğunuzu?
İstemediğiniz bir toprakta yaşadığınızı ve istemediğiniz bir toprağın sizi beslediğini ve çürüdüğünüzü... Sadece kök salmış olmak yetmez çünkü bazen, bir yerde olmak gibidir bu başınızı sokacak bir evde; sizi üşümekten koruyan, ıslanmanızı engelleyen, gece rahatça uyumanız için bir yatağınız olan ve koca bir aynası, her gün kendinizle karşılaştığınız... Ama ya o ev sizin değilse, ya o ev sizin yaşamak istediğiniz ev hiç olmadıysa..
Peki istediğiniz bir toprakta yaşayamamanız ve istediğiniz toprağın sizi hiç beslememesi ve yine çürüdüğünüz gerçeği... Sadece kök salmış olmak yetmez çünkü yine, bir yerde olmak gibidir bu da başınızı sokacak bir evde; sizi üşümekten koruyan ama yine de üşüdüğünüz, ıslanmanızı engelleyen fakat bir şekilde ıslak ve soğuk hissettiğiniz, gece rahatça uyumanız için bir yatağınız olan ve evet yine de hiç uyuyamadığınız, her gün kendinizle karşılaştığınız ve o aynadakini hiç sevemediğiniz. Ama ya o ev sizin değilse, ya o ev orda sizin yaşamanızı hiç istemediyse...
Ya sizin eviniz olarak gördüğünüz her yer, her bina ve en çok her insan sizin köklerinizi sıkıca bıraktığınız o topraksa?
Ya hiçbir toprak sizin köklerinizi sıkıca bırakmanıza izin vermediyse,
ya siz hiçbir toprağa köklerinizi sıkıca bırakmak istememişseniz,
ya sizin bir toprağınız yoksa ve hala küçük bir tohum olarak uçuşuyorsanız,
ya size uygun bir toprak olmayacaksa ve uçuşmaksa sizin yolunuz?
Köklerini hiçbir toprağa uyamadığı için gökyüzüne uzatan küçücük bir tohum... Evet bu o tohumun hikayesi; köklerini yerin altına değil göğün üstüne uzatan tohumun hikayesi. Ulu ulu ağaçların en tepesine dallarına köklerini uzatan, bulutlarla kol kola süzülen, nehirlerin denizlerin üstünden akıp giden, özgür küçük bir tohumun hikayesi. Eğer köklerini sıkıca bırakacağı bir toprak varsa evet o da yalnızca kendi toprağı doğduğu düştüğü ilk toprak; kendini ait hissettiği tek ev yani yine kendi. Kendi halinde küçücük bir tohumun hikayesi bu. Evi de, kökleri de, toprağı da kendisi olan bir tohumun hikayesi. Uçuşmak isteyen, bazen uçuşmak zorunda kalan, bazense uçuşmak istemediğinde sadece duran bir tohumun hikayesi. Bekleyen bir tohum... Bir tohuma en çok yakışan şeylerden, en uygun şeylerden biri değil midir zaten beklemek? Uçuşmayı beklemek, köklerinin sıkıca toprağa kavuşmasını beklemek, büyümeyi beklemek, daha çok büyümeyi, ağaç/çiçek olana kadar beklemek, gökyüzüne değmeyi beklemek, insanların seni fark etmesini yahut hiç fark etmemesini beklemek, ağaçsan meyve vermeyi beklemek, yaprak dökmeyi, mevsim değiştirmeyi beklemek, baharı beklemek ve hiç bitmemesini... Böceklerle tanışmayı beklemek, kuşlarla selamlaşmayı, yanında bi anda bitiveren otla kucaklaşmayı ve beklemek... Beklemeyi.

Toprağıyla ilk tanışacağı o en güçlü anı beklemek,
göğün üstüyle vedalaşacağı o günü beklemek,
özgürlüğünü ulaşabileceği göğe en yakın noktaya kendiyle birlikte taşıyacağını beklemek,
bütün sevdiği tohumlarla aynı toprağı paylaşabileceği o anı beklemek,
evinde hissetmeyi beklemek; bir eve ait olmayı,
bütün küçücüklüğüne rağmen, bu dünyaya oksijen, görmeyene umut, görene yaşama sevinci vereceği an'ları beklemek,
beklemek sadece evet;
beklemeyi.

Bu küçücük bir tohumun hikayesi, toprağı da, evi de, kökleri de yalnızca kendisi olan ve yalnızca uçuşan köksüz bir tohumun hikayesi...
Köksüzlüğü, özgürlüğü olan...


Fotoğraf Ysambre Fauntography'e (2014) aittir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar