Adsız

 Merhaba,

sen adsız

evet sen adsız; her kimsen adın her neyse ya da şu an ne hissediyorsan bilmiyorum bu yüzden senin adın adsız. Bazen içimde, kalbimin ta derinliklerinde hissettiğim bazı şeylere bir isim veremediğimde onlara koyduğum ad gibi; adsız. 

Bazen yer çekimi yokmuş da bu dünya boşluğunda salınıyormuşum gibi hissettiren o his evet, bazen yine her kimsen sen hiç fark etmeden sana çarpıp geçtiğimde hissettiğim o şey. Bazen bir şarkı dinlediğimde aklımın benimle oyun oynarmış gibi canlandırdığı şeyler gibi, bir koku duyduğumda; bir sokaktan geçtiğimde, denize baktığımda bir şey olduğunu bildiğim ama ne olduğunu bilmediğim o his.

Bazen bütün vazgeçtiklerimde hissettiğim o keskin kararlılığın nerden geldiğini bulamadığımda geldiği yere yüklediğim sıfat adsız, tüm her şeyi bir kenara koyup bir yola ilk adımımı attığımda kalbimde hissettiğim o inancın gücü; adsız.

Tüm kalbimle sevdiğim insanların söylediklerini, yaşadıklarını ve şahit olduğum tüm duygularını kalbime, aklıma adeta bir bavulmuş gibi dolduruşuma şaşırdığımda hissettiğim şey evet o adını bilmediğim his; doğru bildin onun adı da artık adsız.

Yaşadıklarıma verdiğim adsızlığın bir ad olmasında gördüğün o tezatsa bazen tüm acımasızlığıyla içimizi yakan, bazen ufacık bir sözcükte ufacık bir mimikte kalbimize su serpen hayatın kendisi. Güneşin batmadan önce bize veda ederken gösterdiği o yoğun turunculuğun yerini yavaş yavaş simsiyah bir gökyüzüne bırakması, o yemyeşil ağaçların yavaş yavaş soyunup renk değiştirip kendini süsleyecek o beyazlığa teslim etmesi, koskoca bir ömrün; sevdiklerinle, vazgeçtiklerinle, yaşadığını iliklerine kadar hissettiğin o anlar ve hiç yaşamamak istediğin o anların birleşimiyle biriktirdiğin; hatta harcadığın o yaşamın bütün zarafetiyle kendini ölüme teslim etmesi gibi bir tezat hayat. Adını koyamadığın tüm o adsızlıkların toplanıp keskin bir ada kavuşması gibi...

Adını bilmediğin bir şeyi nasıl başlatıp nasıl bitireceğini de bilemiyorsun galiba. Şu an bildiğim şey bu şu ana kadar okuduğun bu yazının adı adsız.

Ve sana söyleyeceğim bir şey var; bu hayat sana adını koyamayacağın birçok şey verecek yani senin o güzelim ömrün buluşurken ölümle biriktirdiklerin ve harcadıklarının içinde adsız bir şeyler kalacak ama asıl diyeceğim şu bir şeyin adının ne olduğundan çok sana ne hissettirdiği, seni nerden alıp nereye koyduğu ve hatta seni alıp hiç bırakmaması belki de seni çok değerli bir kolye gibi koynunda taşıması hayatının akışını bozmadan, bazen de seni kalman gereken yerde bırakması ve bu kabullenişi hayatının bir köşesinde saklaması; sana bütün basitliğiyle ve bütün büyüsüyle bir ağaca, bir kuşa, bir buluta bakar gibi bakması, bütün hayatın gizemi sanki senin içindeymiş gibi hissettirmesi; bu hayatta bir yolun artık senin yolun olmayacağını sana hatırlatması ya da benim sana anlatamayacağım her neyse o his gerçekten adının ne olduğu önemli değil.

Aklından kalbine ya da kalbinden aklına giden o yol sana onun adını vermese de sende bırakması gereken izi büyük bir hediyeymiş gibi sunacak ve sen ve ben onu alıp tüm öğrettikleri ve tüm adsızlığıyla kucaklayacağız. Kucağımız, avcumuz ve kalbimizdekilerle ise bu hayattan göçüp gideceğiz tüm adını adsız koyduklarımız ve adını çok da iyi bildiğimiz bazı şeylerle bir adı olan ama bazen belki de adsız olmak isteyen biri gibi. Bir his gibi uçuşacağız evet uçuşacağız çünkü bizden geriye kalan o sesler, kokular, o kelimeler, o hisler uçuşurken takılacak birilerinin akıllarına, bizim adını koyamadığımız o hisleri bizimle buluşturanlara çarpacak bütün yaşamışlığımız ve muhakkak bütün yokluğumuz. 

Bu adını adsızlık koyduğum yazı da tıpkı senin ve benim bir gün göçüp gideceğimiz gibi burada sonlanıyor, aslında hikayesi yeni başlıyor seninle ya da bir başkasıyla buluşana ve herhangi bir kelimem senin ve benim aklımda uçuşana dek sürecek o hikayesi...

Uçuşmak ve zamanı geldiğinde artık uçuşmak istemeyen bir uçurtma gibi o dikenli tellerde gökyüzünü seyretmek dileğiyle sen adsız,

evet sen adsız, her kimsen adın her neyse ya da şu an ne hissediyorsan...

Yorumlar

Popüler Yayınlar